29 Aralık 2006

Yokluğun...



Yokluğun;
terkedilmiş harap bir evin eskimiş tahta askılığında
unutulmuş bir şemsiye gibi...

Yokluğun;
artık yasayamayacagını anladıgı evden cıkan
aşık adamın ayakkabısının çıkardığı
yalnızlık senfonisi gibi...

Yokluğun;
ölümüne pişman olsa da asla affedilemeyecek olan bir
idam mahkumunun infaz günü gibi...

Yokluğun;
sebepsiz yere kopan fırtınadan en çok hasarı gören
çaresiz insanoğlu benliği gibi


Manolya Turabik

Berkay;
Teşekkürler Manolya;)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

...işte o zaman sevgili diye,dünya diye,hayat diye baktığınız her boşluğu artık sadece sizin o yaralı benliğiniz doldurur.Nereye,hangi kalabalık şehre gitseniz peşinizden o ıssız,o karanlık ormanınızı birlikte götürürsünüz.Nereye gitseniz kendinizi orada kaybolmuş hissedersiniz.Yollarda kime rastlasanız,çıkartıp onun fotoğrafını gösterirsiniz.Aslında kaybolan o değil,sizsiniz;aslında o diye sorduğunuz kendinizdir...seni seviyorum kankam.bu cezmi ersözden sana...

Adsız dedi ki...

O yalnızlık senfonisinin üyesi olmak mı yoksa dinleyeni olmak mı güzel çözemedim... Belki de sır olarak kalması hepsinden daha güzeldir.. Yokluğu özel yapan budur belki de, kim bilir?? O senin hayallerinin baş rolünü oynarken bir yandan da infaz memurunu oynar. Ne denir ki bilmem? Yoklukla varlık arası... Bu duygularını ve hüznü bizimle paylaştığın için teşekkürler çiçeklerin en güzeli:) Ellerine sağlık... Sosyal Kelebek